21 Mart 2010 Pazar

logos ve eros

logosum olan erosumu arıyorum. augistinos "bilgiyi tanrısal ışıkla aydınlatan" diyor logos için. bense logos anlamdan bize kalan bir tortu diyorum. bu tortuyu tadan insan ağzında gevelemeye başlar kafasında uçuşan anlamları. biriktirdiği, tesadüfen kulağına çalınanlara yüz vermez bu yüzden. cümleler kurmaya çalışır. uzun uzun düşündüğü için nadiren cümleler çıkar.
egos ise yunanlıların sevgili sevgi tanrısı. ama freud, jung bilumum şöhretleri dünya çapındaki psikoloji insanları bunu; ruhun toplamındaki cinsel dürtülerin çıkış kapısı olarak tanımlıyor.

İşte Benim Zayıf Noktam...




İşte benim hayalimdeki adam... adamımm..

Achilles' heel

Zayıf noktanız ne derseniz? elbette pek çok yanıt verebilirim. Şu aralar tek zayıf noktam tatlılar. Hayatta karşı koymadan bana itaat eden sınırlı sayıda gruba giren yiyecek ve içeçeklerden söz ediyorum. Benim zayıf noktam bu aralar bu: Achilles' Heel: Bir dilim ev yapımı baklava ya da sütlaç...
Aslında bir aralar itiraf ediyorum beğenilmekti tek zayıf noktam. Yok öyle ağzı beş karış havada ayran budalası kadınlar gibi erkekler değil. Erkeklerin hayatımda zayıf noktam olmasından ziyade hayatıma giren erkeklerin her bakımdan zayıf olmaları ortak noktalarıydı. Bu onların kabahati değil elbette.
Bir keresinde çok yeraltı bir abi ile tanışmıştım. Kendisi çoklu sanatlar ile uğraşıyordu. Resimse resim, heykelse aha bir sürü kalıp cinsinden. Çok aykırıydı çoook ama benim gibi bir kadını kaldıracak kadar aykırı olamadı. Neymiş efendim çok cool muşum. Peki ya sen nesin düdük efendi?

hayaller

yarın işe gitmeyeceğim.

yalnızım?

evet, etrafımda bir sürü insan var. ama neden bu yalnızlık hissi? limonu ve zeytinyağı eksik bir karnıbahar salatasıyım sanki. herkesin herşeyi yapabilecek olmasını bilmek fena halde korkutuyor.
az önce bir alışveriş merkezindeydim. bir sürü yalnız insan tekli ya da gruplar halinde dolaşıyorlardı. indirim mevsiminin bitmeyen sezonu içimizdeki indirimleri afişe ediyorken yalnız yalnız dolaşıyorduk.
bir çift gördüm. 30 lu yaşlarında yeni evli bir çift. kucaklarında yeni mahsul çocukları suratlarında mutsuz ifadelerle dolaşıyorlardı. bir süre göz hapsinde tuttum.
ilgimi çeken şu oldu: kadın, pazar günü klişesi olan eşofman kombinasyonunu sarı ve fönlü saçları ve tonlarca makyajıyla bir güzel tamamlamıştı. kocasıyım diye basbağıran cüzdanı dolgun genç adam ise kendi halinde pazar gününde güzel ve bakımlı karısının yanında dolaşarak geçiriyordu. kadın, bu salak adamı evlenmeden önce kimbilir kaç numarayla kafeslemek için uğraşmıştı. işte bu nedenle, kendinden emin, evlenmiş olmalarının verdiği güvenle ihtişam içerisinde kıyafeti ile suratının tezatlığına aldırmadan dolaşacaktı, ömrünün sonuna dek...
ben ise; kariyer sahibi, iyi eğitimli hoşa kadın olarak bu pazar günü salaş kıyafetlerle yalnızlığımın aslında başkalarının yalnızlığına gülümsemesi olduğunun farkına bir kez daha varacaktım. zaman aslında sen bir oyun musun?

20 Mart 2010 Cumartesi

yaşa bakmaz aşk!

henüz 35 yaşındayım. bazıları için çok gibi gelse de insan kendine 35inde varıyor sanki.
klişeleri sevmem ama bazen klişesiz hayat nasıl olurdu diye düşünmeden de edemiyorum. çok güzel değilim. ama bakımlı ve hoş bir kadınım. iyi bir eğitimim var, sürüsüne basacak kadar da iyi bir kariyer. gerçi şu sıralar işten ayrılmayı fena halde düşünüyorum.
hayatın bu kadar kısır döngüde olmasını kabul etmemi kafam bir türlü almıyor. bu kısır döngüden ya şimdi kurtulacağım ya da hiç.
ben ciddi ciddi olarak yaşam tarzımı hatta şehirimi değiştirmeyi düşünüyorum.
nerde kalmıştım? iyi bir eğitim, kariyer, hoş ve bakımlı bir kadınım. ama yalnızım. yok öyle nicel yalnızlıktan söz etmiyorum. etrafımda hatırı sayılır bir insan topluluğu var.

9 Mart 2010 Salı

gecenin ikisi

david, hoş çocuktu. birkaç kere john'un kendisine karşı eskisi gibi davranmadığını söyledi.
ben aldırmadım tabii. çünkü olanları ve olacakları biliyordum.
klasik baba yadigarı erkek olan john, son ana dek benim david'a yüz vermeyeceğimi düşünüyordu. ancak beraber olmaya başladığımızda ok yaydan çıktı.
ilber ortaylı'nın mırıl mırıl konuştuğu bir programı izliyordum. gece olmuştu, evde yalnızdım. birden telefonum çaldı. arayan john'dı. "ne yapıyorsun" dedi. "ilber ortaylı ile uykudan önceyi dinliyorum" dedim. david'le sevgili olmuşsun, hayırlı olsun diye patlayıverdi. sana ne olum demeden, "evet" dedim. sıkıcı bir ses tonu ve gözlerimi ortaylı'dan ayırmadan. john'ın alkollü hali konuşmasına aptalca bir yön vermeye başlamıştı ki, "kapatmam lazım, pizzacı geldi" dedim.
yeeri gelmişken izlediğim kötü amerikan dizilerinden aklımda kalmış replikleri kullanmakta ustayımdır.
bir cd koydum ve dans etmeye başladım. gecenin ikisi ve john aramaya devam ediyordu, nafile...

aslında bana aşıkmış!

john aslında bana en başta aşık olduğunu söyledi. hem de hiç beklemediğim bir anda.
bu anın david ile yakınlaştığım an olması ilginç değil mi? bu kadar zaman hep yakınında olan ben en yakın arkadaşı david ile bir şeyler yaşamaya hazırlanıyorum. birden ziller deli gibi çalmaya, altındaki zemin kaymaya başlamış olmalı elbette. fancy elden gidiyor nidaları atmadığı kaldı bir tek.
bu tavrı daha da sinirimi bozdu. evet artık bir şeyleri göstermek istiyordu ama bu neden david'in ortaya çıktığı andı? işte bu oyuna gelecek değilim. aylarca günlerce suskun kalan bir şey belli etmeyen john kaçak güreşiyordu düpedüz. kokusunu aldığım bu üçkağıt birden bire david'i daha şirin gösterdi gözüme. o david ki beni arayıp akşamları görmek istediğini söylüyordu. her defasında kibar ve istekliydi. bana arada mesajlar atıp özellikle buluşmadığımız gecelerde neler yaptığımı soruyordu.
ah evet, david'de fos çıkacaktı biliyordum ama şu yaşadığım anların keyfini çıkartmamam için neden değildi bu!

8 Mart 2010 Pazartesi

turkcell gözünü kerpiç evler doyursun

efendim deprem oldu malum. zavallı köylüler perişan. neymiş deprem değil, kötü kerpiç evler öldürmüş.
elazığlılar aslında doğru dürüst evler yapsalarmış ölmeyeceklermiş. peh. lafa bak hizaya gel. adamların aylık geliri 10 bin dolar ama adamlar kötü evlerde oturmaktan vazgeçememişler sanki.
ey ahali kendinize gelin yahu. hemen netten baktım elazığlı vatandaşın aylık geliri gideri nedir diye. aylık kişi başı geliri ortalama 597,1 tl. gideri ise 2,359 tl. imiş. maliye bakanlığı'nın 2009 resmi rakamları bu yönde. şimdi utanmadan tekrar edin bakalım, kötü kerpiç evlerde oturdukları için ölen insanlara yönelttiğiniz eleştiri dolu cümlelerinizi.
ha bu arada turkcell bölgedeki vatandaşların faturalarını bir ay ertelemiş. ne göz yaşartıcı bir davranış. iyilik meleği turkcell trilyonluk reklam bütçelerinin tırnağı kadar tutmayacak bir miktarı es geçseydi ne olurdu? o iğrenç reklam bütçesinde mi eksilirdi? hayır...

john II

evet, john ile yakınlaşmaya başladık. uzun süredir kimse ilişkisi yoktu. bir anda daha popüler bir adam olmuştu. çünkü daha iyi para kazanmaya başlamıştı. gerçi pintiliği devam ediyordu. ama en azıdan bir bira ısmarlayabiliyordu.
john, keyifli bir adamdır. buna diyeceğim yok. ama yakın arkadaşı david ile nedense beni bir türlü bir araya getirmek istemiyordu. ancak bir akşam kader ağlarını ördü ve david ile tanıştım. david aptalın tekiydi. ama bu onunla olmam için engel değildi. çünkü david, bir kadına nasıl davranması gerektiğini bilen bir aptaldı.
tanıştığımız ilk andan itibaren benimle ilgilendi. bu yetmiyormuş gibi ilgilendiğini de belli etti. ey ahmak erkek ahalisi, işte yaptığınız en büyük hata. aha 8 mart dünya emekçi kadınlar gününde buradan size yazıyorum. yaptığınız en büyük eşşeklik hoşlandığınız kadına doğru dürüst bunu belli etmemeniz.
david aptaldı ama kadın ruhunu iyi biliyor. bu nedenle onun telefonu alıp, ertesi gün beni arayıp buluşma teklifine hemen evet dedim.
beni yemeğe çıkarttı. çok eğlenceli bir gece geçirdik ve sonra eve bıraktı.
ertesi günm tekrar aradı ve yeniden buluşmak istediğini söyledi. böyle aptala can kurban...
hayal kurmak için bana alan açan david ile o gece buluştum. ve birlikte çok güzel bir gece geçirdik...

john

john artık beni beğenmiyor. çünkü en yakın arkadaşı david ile sevgili oldum. bilmiyorum neden bir süre her ikimizle görüşmedi. hatta çok sinir bozucu tavırlar takınarak bir süreliğine bile olsa canımdan bezdirdi.
olay nasıl mı oldu?
john ile yaklaşık 10 yıldır tanışıyorum. ortak bir arkadaşımız bizi tanıştırdı. o sırada benimle ilgilenmes,ne imkan yoktu çünkü mike ile evliydim. ancak erkekleri bilirsiniz. karşılarındaki engeller ne kadar çetin olursa onlar da o kadar aşka gelirler. ahırın kapısını çifteleriyle kırmak için çabalayan eşekler gibidirler. ama benim bu bezlerde tarağım olmadığı için john'ın bu eşşek hareketlerine yüz vermemiştim. neyse efendim gel zaman git zaman yıllar geçti. ben mike dan ayrıldım. bilirsiniz evliyken yara alan arkadaşlıklar boşanınca yavaş yavaş eskiye döner. eh akşam sizden her şartda yemek yapmanızı bekleyen biri olmayınca hayat daha farklı olur...

7 Mart 2010 Pazar

gecelerden bir gece

geçen cuma john ile buluştuk. uzun zamandır birlikte bir şey yapmamıştık. nerden estiyse beni aradı. kocaman kahkahalar atarak beni yemeğe davet etti. neden olmasın diye kabul ettim.

sonsuz maymun teoremi

bir daktilonun tuşlarına uzunca hatta sonsuz bir sürede dokunan maymunun bilinen bir metni yazacağı iddiasını anlatıyor. bu matematik teoremi aslında rastgele diziyi konu edenen ve sonsuzluk kavramına bel bağlayan düşüncelerin korkunçluğunu gösterir.

hayaller

adım fancy/hayal. elbette gerçek adım bu değil. ama ben bu ismi çok sevdiğim için kendime yakıştırıyorum. bir de burada yazacaklarımı kendi kimliğimle yazmak işime gelmiyor.
ne de olsa kendi çapında tanınan birisiyim. yazacaklarımın güzelliği kimsenin kıskançlık oklarına hedef olmasın diye takma isim kullanacağım. kimseyi kıskandırmak istemem, hele o kötü enerjilerimi üzerime çekmeyi hiç istemem.
ben hayal, işte buradayım...