30 Eylül 2010 Perşembe

"bekle" dedim. geliyorum. o da bekledi.
iki gece önce onun evine giderken, elimi tutup beni yanağımdan öpmüştü.

sorulara yanıt bulacak birisi varsa o ben değildim kuşkusuz. onunla tanıştığım ilk günden beri benimle ilgilenmesini bekliyordum. benimle ilgilenmeye başladığı andan itibaren de ilgilenmemesi için elimden gelen lanetliği yapıyordum.
arada "yapma böyle" diyordu yazar. yapma böyle de ne demek yahu? elimde mi sanki? o kadar devirdiğim kierkegaard, lacan vız gelip tırıs gidiyordu. bu coğrafyanın spinozası kimdi sahi? belki de danışmam gereken bir yer, birisi vardı.
akıl azaldığı oranda kaygı da azalır diyen soren haklıydı aslında. yazarı o kadar da dikkate almama gerek yoktu. sonunda cehenneme çekip gidecek ve bir daha geri gelmeyecekti.
gittiğimiz sonuncu mekanda ortadan kayboldu. gittiğini biliyordum. gitmişti. sıkıldığı belliydi. ben de olsam sıkılırdım. yanımda iki tane zebellah gibi adamla kırıtıp duruyordum. aman ne eğlence.
sonra telefonun çaldığını hissettim. arayan büyük yazardı. son anda vicdanı rahat etmemişti anlaşılan. basıp gitmekten alıp koyup o narin bedenini "neredesin?" dedi.
"manavgat şelalesi kenarında piknik yapıyorum..."

28 Eylül 2010 Salı

mihenk taşı

açıkçası hiç umurumda değildi yazarın yazarlığı. iyi bir adam mıydı? ailesi onunla ilgili hangi noktayı mihenk taşı olarak gösteriyor.
seks hayatını anlatıp durmasının altında yatan şey neydi?

karizma mı dedin?

dans etmek benim için önemli değildi. ama kendimi bir anda horon oynarken buldum. bir yandan horon çekip diğer yandan yazara karizmatik davranmak zordu tabii. ama onun da oynaşana vücudunu görünce karizmanın sadece video kliplerde olan bir yanılsama olabileceği ihtimali geldi.
uzun yıllar boyunca, bunu öğrenmiş evrim geçiren kadın beyninin sağ yarısı. içindeki müziği sustur ve karizma yap!
yazar dans ederken benim birkaç arkadaşım geldi. oysa onları görecek halde değildim. tuhaf bir biçimde iletişim kurup duruyorduk. elimdeki az votkalı tonik ile öylece konuşup duruyordum.
yazarın ara ara kaybolan görüntüsü açıkçası biraz tuhaf gelmeye başlamıştı.
kaybolma yazar!

"tamam" dedi

ona başka bir yere gitmeyi teklif ettim. "tamam" dedi. bayılırım böyle sorunsuz adamlara. en azından şu anda böyle olması bile harikaydı. bir önceki karşılaşmamızda canıma okumuştu o ayrı!
yazarken bazen başka yerlere dalıp gidiyor insan. şu anda mezzo'da gayet eski caz videoları dönüyor. dolayısıyla ben de eskilere taaa birkaç gün öncesine dönüyorum ikide birde.
gittiğimiz yer "vatansız" bir yerdi. bayrak, sınır ve dil karmaşası yoktu. içeriye girmek her zaman serbestti. bazı zamanlar konser ücreti almaya çalışıyorlardı ama her seferinde mekanın sahibi beni içeri alıyordu. sonra yanağıma bir öpücük ve gece başlasın!
içeri girdiğimizde horon tepen insanları gördüm. birbirlerinin ellerinden tutup hararetle oyun oynuyorlardı. amma iş! romantizm kalmadı tabii...

romantizm değerleri

mırın kırını durmuştu yazarın. yayvan bir gülümseme yerleşmişti ağzına. şirin bir adam. ama benimle olan ilgisini hala çözebilmiş değilim. o beyoğlu'nun kara sokaklarında rahatça yürürken ben uzaktaki bir köy evinde oturuyorum oysa.
yazar zaman zaman elimi tutuyor. hoşuma gidiyor. romantizm eksikliği çeken sevgi çemberinin ortasında olmak nasıl da keyifli.
geçen gün test yaptırdım; romantizm değerlerim çok düşük çıktı.

vatansız

birlikte yürümeye başladık. benim havam yerindeydi. nasıl yerinde olmasın? üzerimde koyu pembe harika elişi bir ceket, saçlarım da tam istediğim gibi.
hanefi avcı'yı gözaltına almışlar. basın toplantısından 48 saat önce.

27 Eylül 2010 Pazartesi

mırın kırın

önce mırın kırın etti yazar. mırın kırını bile sevimli ve yerli yerindeydi. bir başkası böyle mırın kırın edemezdi, bu kadar sevimli bir şekilde. aslında belki mırın kırın etmiyordu da bana ve uzun bacaklarıma öyle geliyordu. bir önceki buluşmamızda benimle çok sert konuşmuştu, ondan arta kalan tortu muydu bu bana?
bu satırları okusa, "yapma be kuzum, bunu yapma" der eminim. ülen, onu yapma bunu yapma. binlerce yıldır bıkmadınız mı bu laftan????

daracık bir masa, uzun bacaklar

benim yazarla gecenin en kalabalık yerinde buluştuk. daha önceden beni arayıp haber vermişti. yemekten sonra görüşebilir miyiz? çok ince bir soru sormuştu. zaten kendisi çok zarif bir yazardır. önceden sözleştiği bir yemek olduğunu da ekledi. yani aslında benim de katılmamı çok isterdi sanırım. böyle, dedi.
gecenin en kalabalık yerinde, daracık bir sokağa, sokağın da neredeyse tam ortasına oturduk. bir sürü insan gelip geçmekte idi. bir sürü insan birbirine ve bizim masamıza sürünerek geçmekte ısrar ediyordu.
yazar, bu sokağı, kalabalığı çok sevdiğini söyledi. orada öylece, daracık bir masada uzun bacaklarımı nereye sokuştaracağımı bilemeden onu öylece dinliyordum. kafası güzeldi. akşamın inen ilk saaatlerinden beri içiyordu belli.
neden bu kadar içtiğini düşündüm. "neden bu kadar içiyorsun be kuzum?" diyesim geldi. ama bacaklarım o kadar rahatsızdı ki bunun yerinde "haydi buradan kalkalım" dedim. başka lanet bir yere gitmek daha iyi olacaktı.
yazarım sızlanmadı. " tamam" dedi.

kathy acker

"aşıkların
iletişime ihtiyacı yoktur. onlar yaralarına bakıp tanırlar birbirlerini" demiş kathy acker.

muhteşem fizik

aynı zamanda muhteşem fiziği olan akıllı bir kızım. bunu belli etmiyorum artık.
mükemmel fizikli bir kadının zeki olmasına dayanamıyor pek çok kişi. özellikle erkekler, hoş erkekler...
benim yazar da çok ileri görüşlü, genel kültürde on numara ama daha kadınsı olmam konusunda benden istekli. zekamı göstermek bir yana hissettirmem bile onu rahatsız ediyor. koştururken arkadan görüntüsü hiç fena değil ama!
ben artık yazarımın dediği gibi davranmaya çalışacağım. zaten bir süredir bunu istiyordum. bildiğini belli etmeyen bakışlara sahip olmak için çabalıyordun anlayacağınız. ideal insan olarak onaylanmak için yapamayacağım şey yoktur. anladınız mı allahın cezaları?

zor bir plan,

yaşadığım zamanın ve coğrafyanın en cesur kadını değilim elbette. bu payeyi seda sayan'a vermekte beis görmüyorum. köşeci yazarlar da görmesin lütfen. yiğin hakkı rapunzel'e olmalı her zaman. ben bunu bilir bunu söylerim.
kendimi ulusal moda tasarımcısı olarak görüyorum. ulusal moda tasarımcısı, basit bir tanımlama gibi gelmiyor kulağa değil mi? ulusal olan aynı zamanda uluslararası olmaya da muktedirdir. bunu unutmayın.
evet, cesurluğa soyunmuş kadınlardan biriyim. bunu böyle söylememde bir sakınca yok. cesurluğa soyunmak değil. kimsenin kendisine morun tonlarını yakıştıramadığı bir yerde morun her tonunu her zaman kendisine yakıştıran demektir. mütevazlığı elden bırakmadan alayına düşüncelerini söyleyebilen demektir. bir de elbette osmanlı mutfağından seçme yemekleri yapabilmek falan filan işte...
ben mesleğim düşüldüğünde bir numaralı modacıyım. neden inkar edeyim?

plan devam ediyor!

çalıştığım firmanın şarkıcıları gece konser veriyordu. bir parça iş, bir parça eğlence için bundan daha iyisi bulunamazdı.
ama başlangıç sona hiç uymaz, değil mi?

hepsi planın bir parçası!

o gece için çok sayıda planım vardı.
çok sayıda plan çok sayıda erkek demektir. çok sayıda erkeğin ne anlama geldiğini söylememe gerek yok elbette. yoksa var mı?
planlarım arasında gelen teklifleri değerlendirmek vardı. ama hangisi atlatıp hangisini kabul edeceğim konusunda fikirlerim vardı. kimilerini baştan çarpı işaretiyle cezalandırmıştım. bir parça akılları varsa şayet bunun şansın ılık gülümsemesi olduğunu anlamaları lazımdı. ama nerede o zeka!
en iyisi ve zorunlu olanı konsere gitmekti.

26 Eylül 2010 Pazar

basit bir imza günü

"bir imza günü" dedi. orta şekerli kahvemi içerken. "basit bir imza günü" der gibiydi. cumartesi günü saat 14.00 ile 17.00 arasında, şehrin en işlek yerinde.
16.45de tam oradaydım. ancak yazar yerinde yoktu. masada yazarın isminin yazılı olduğu kağıdın yanında, birkaç kuru pasta bulunan büyük tabak, bir iki plastik bardakta yarım bırakılmış fanta, büyükçe bir demet beyaz çiçek vardı...
yazar, çiçeğini bırakıp oradan gitmişti. görevlinin yanına yaklaşıp, "yazar beni çiçeği almam için yolladı" diyecektim büyük bir ciddiyetle. saçları koyu kırmızı hoş bir kadının bu isteğini hele de
b
ü
y
ü
k
bir yazar rica etmişse, kırmaları mümkün değildi. ama ben bir soğuk espriye daha gerek olmadığını düşündüm. vazgeçtim. kimbilir yazar, ne espriler yapmıştı, kitabını imzalatmaya gelen o hoş insanlara. sıcak ve samimi esprilerdi bunlar.

adam phillips

konunun adam phillips ile direkt ya da dolaylı olarak bir bağlantısı yok. adam phillips kendi halinde bir yazar. benim onunla tanışıklığım çok eskilere dayanmıyor. hoş tanışsak da bunua nımsayacağımı sanmıyorum. ama onun dediği gibi "herşeyi bilen için sesks daima bir sorundur." katılmamak mümkün değil. ah adam, ah!

sahip;

aşk sahip olmadığımız bir şeyi, onu sizden istemeyen birine vermektir... demiş lacan. ben de onu büyük yazara söylüyorum; yeniden.